Thursday, October 06, 2011

aramaya inanmak

"Arayarak bulamazsın, Aramazsan da o gelmez." Ferideddin-u Attar


bir dolunay torenindeki adaklar
 Hepimiz biseyler ariyoruz. Kimimiz ne aradigimizi cok iyi biliyoruz, cogumuz oylesine bakiniyoruz. Kimimiz neden aradigimizi biliyoruz, cogumuz bos bos dolaniyoruz. Kimimiz aski ariyoruz, masallardaki beyaz atli prensi bekliyoruz ya da mustakbel cocuklarimiza ideal anneyi bulmaya calisiyoruz. Bazilarimizsa ebedi ruh esini degil de o geceki esimizi ariyoruz. Aradikca kayboluyoruz, tam “buldum!” dedigimiz noktada aslinda ilk basladigimizdan bile daha kayip bi yerlerde oldugumuz farkediyoruz.

Kendimize itiraf edebilsek de edemesek de biseyler ariyoruz. Sarki sozlerinden, ferrarisini satan bilgelerden, cocuklarimizdan, cok paradan, medyumlardan, tekilali kokteyllerden, futbol takimlarindan, kendine yardim kitaplarindan falan medet umuyoruz. Bazilarimiz icin aradigimiz bunlardan biriymis gibi geliyor, bir sure rahatliyoruz. Aramamak iyi geliyor, durup nefes alabiliyoruz. Ama hep disardan biseyden cevap bekledikce cogumuz aradigimizin bu olmadigini farkediyoruz, daha da bi bosluga dusuyoruz. Aklimiz karisiyor, oysa ki aklimizin karismasini hic sevmiyoruz.

Bazen vazgeciyoruz, ama sonra tekrar basliyoruz.

Bazilarimiz cakitrmadan hayatin anlamini ariyoruz, el yordamiyla ne aradigimizi cok da belli etmeden. Aradigimiz duyulur da sonra bulamazsak elaleme rezil olmayalim diye. Digerlerimiz megafonla duyurup her adimi bangir bangir bagiriyoruz. Aradigimiz seyi goren bilen baska biri varsa, insaniyet namina gosteriversin diye umuyoruz. Yorulmayi cok sevmiyoruz.

Bazilarimiz ararken bir limanda duruyoruz, donup arkamiza bakiyoruz. Zaten cok yol geldigimizi dusunup, aramayla daha fazla zaman kaybetmemek icin o limana demir atip kaliyoruz. Bazen aradigimiz sey gercekten o limanda oluyor, bazen sadece yorgunluktan demir attigimiz o limanda rehavete kapilip sonra tekrar yola cikamiyoruz. Bazilarimizsa “acaba bir sonraki limanda daha ilginc, daha renkli, bana daha uygun bisey var midir?” diye dusunmekten hicbir yerde duramiyoruz, hep kurek cekiyoruz. Oysa ki bize neyin daha uygun oldugunu hic bilmiyoruz, arayisa o kadar cok saplaniyoruz ki, bir sure sonra neyi aradigimizi unutuyoruz. Sadece gordugumuz ve bildigimizden daha farklisini kovalayip duruyoruz.

Bazen vazgeciyoruz, ama sonra tekrar basliyoruz.

Bazilarimiz bu arayisa kendimiz adiyoruz. Hayatimizi onun cevresinde oruyoruz. Yaptigimiz her sey, konustugumuz her cumle o arayisin bir yansimasini barindiriyor. Bizim gibi adanmis arayicilarla bir araya geliyoruz, uzun uzun bugune kadar neler yaptik, ne bulduk, daha ne arayacagiz diye konusuyoruz. Bize benzer baskalarini buldukca mutlu oluyoruz, arayisimiza biraz daha fazla inaniyoruz. Cogumuzsa oyle cok da derine dalmadan “bir arkadasa bakip cikcam” tadinda ariyoruz. Kafamizi soyle bi iceri uzatiyoruz, gordugumuz hosumuza giderse bir sure takiliyoruz. Ama sonra zaten hemen bikip vazgeciyoruz. Baska bi yerde, baska bi arkadasa bakmak icin kafayi uzatiyoruz, sonra oradan da cikiyoruz. Her yere 5 dakika girmis ve gormus oluyoruz ama hicbi yerin gercek kokusunu icimize cekecek kadar kalamiyoruz. Her yeri biliyoruz ama asla aradigimizi bulamiyoruz.


Tirta Empul Su Tapinagi, Bali
 Bazilarimiz evimizde pencere onunde tesbih cekip inanacak biseyler ariyoruz. Yerimizden kalkmak, mesela biraz da arka pencereden etrafa bakinmak hic aklimiza gelmiyor. Bazilarimizsa yillarca dolaniyoruz, Nepal Tibet Hindistan fersah fersah geziyoruz, anlamadigimiz dillerde ilahiler soyluyoruz, adaklar adiyoruz, kutsal nehirlerde yikaniyoruz. Iki dakka pencere onune oturup tesbih cekmek aklimizdan gecmiyor bile. Himalayalarin yukseklerinde bulamadigimizi evdeki sedirin ustunde bulabilecegimizi dusunemiyoruz. Orada biseyler bulsak bile, onun Himalayalardaki kadar “aramaya deger” bisey olmayacagini dusunuyoruz.

Bazen yine vazgeciyoruz, ama sonra tekrar basliyoruz.

Aramadigimiz bi hayatta baska ne yapariz ki zaten?

Sunday, September 18, 2011

sihirli formul

“Ben Bali'ye yerlesiyorum, kurumsal islere artik bulasmayip sadece de yoga ve CranioSacral'den para kazaniyorum” diye karar verdigimden bu yana 9 ay, yerleseli de 7 ay gecmis. Bikac hafta once de tatile Turkiye'ye geldim. Geldigimden beri bir suru kisi benimle “bi konusmak” istedi. Sonradan farkettim ki bu “bi konusma”larin hepsinin ortak temasi isin sirrini ogrenmek.

Soru ardina soru, Bali'de erkek arkadasin mi var, orada bi anlasma evliligi mi yaptin, vize isini nasi hallediyosun, yogadan ne kadar para kazaniyosun, ayda ne kadar para harciyorsun, evin nasil, arkadaslarin var mi, orada hayat nasil ve benzeri sayisiz soru... Bu sorularin hepsine de cevap verdim; evim yok, daha ucuza yer buldukca degistire degistire oda kiraliyorum, anlasma evliligi yapmadim, hayatta da yapmam, sevgilim yok, cok azicik para kazaniyorum ve cok azicik da para harciyorum... Mutlu oldugum ve biseyler ogrenmeye devam ettigim surece Bali'deyim ama bu bir ay mi on yil mi simdiden bilmem mumkun degil. Bu cevaplardan sonra bu benimle “bi konusmak” isteyenlerin cogu artik soracak baska bisey kalmadigindan ama cevaplardan pek de tatmin olmamis yuzlerle ayrildilar.
Magic Potion by Igor Tyshler

Basta bu “bi konusmalara” pek bi anlam veremedim ama sagolsun benden akilli arkadaslarim  konusmalari benim icin desifre edince biseyler biraz anlam kazandi.  Cogu kisi benim  sihirli bir formulum oldugunu ve paylasmadigimi dusunuyor sanki. Oysa yok. Sadece istedigim ve 9 ay once bana en dogru gelen seyi yaptim. Cok riskliydi – zaten param yokken para kazanacagimin hicbir garantisi olmayan bi yere gittim. Cok iyi ve tecrubeli yoga hocalarinin ve CranioSacral terapistlerin oldugu bir adaya tam anlamiyla bir caylak olarak adim atmak riskti. Ama almam gereken bir riskti cunku Bali'de olmayi istiyordum.

Insanin gercekten istedigi biseyi yapmasi icin  illa ki sirtini kocaya, paraya ya da bi kuruma mi dayamasi gerek? Sirtimizi dayayacak bisey ya da sihirli bir formul yokken bi adim atmak o kadar mi zor gelir oldu bize? Ya da desteksiz bastonsuz bir adim atarsak kesin dusecegimizi mi dusunuyoruz nedir?

Nedir gercekten?

Wednesday, September 07, 2011

peri kızı Lea

The Lily Fairy by Luis Ricardo Falero
Bir varmis bir yokmus. Evvel zaman icinde, Lea adinda bir kiz yasarmis periler ulkesinde... Lea bir peri prensesiymis, seveni cokmus. Hayatinda hep beyaz atli prensler olmus, o prenslerle guzel seyler yasamis. Masal da olsa o yasadigi iliskiler bitmis ama Lea hic ayrilik acisi cekmemis. Ozlemler, ayriliklar, kavgalar onu hic uzmemis. Cunku Lea, “acimadi ki” demeyi ogrenmis, bunun biseyler hissetmekten, gozyasi dokmekten, yas tutmaktan daha iyi oldugunu dusunmus. O bir peri kiziymis, siradan insanlar gibi kalbini burkan, icini kemiren acilar cekemezmis ki. Her sabah gorunmeyen zirhlarini takinip, uzerine de gulucukler yapistirip disari cikarmis.

Yillar yillar gecmis, peri kizi buyumus. Buyudukce peri kizi zirhi icindeki gercek varliga dar gelmeye baslamis. Her sabah o zirhi giymek gittikce daha zor olmaya baslamis. Bır gun gelmis Lea zirhin kollarini takmamis, o hafiflik hissi ona o kadar iyi gelmis ki... Ertesi gun de dizliklerini cikarmis. Gunler gunleri kovalamis ve Lea sonunda bir gun zirhini hic giymeden odasindan cikmis ve siradan dedigi insanlarin arasina karismis. Zorlanmis onceleri... Hesapsiz kahkahalar atmak, cani acidiginda aglamak, caresiz oldugunu kabullenmek zor gelmis, sasirmis bocalamis. Gercek insanlar ona kaplerini acmislar, elinde tutmuslar sacini oksamislar. Lea onlarla daha da buyumus, ogrenmis. Zirhsiz haliyle Lea ilk kere asik olmus; cok sevmis, akli karismis, cosku dolmus, ofkelenmis. Gun gelmis bu ask bitmis. Cunku Lea yine, alisageldigi gibi beyaz atlı bir prense asik olmus ve prens hicbir zaman zirhlarini cikaramamis. Lea cok aglamis, cok uzulmus, aylarca kendini bombos hissetmis. Ama icindeki gercek varliga oyle bir dokunabilmis ki... Kalbini acabilmenin, kirilgan yuzunu gosterebilmenin, zirhli birine sarildiginda “Canim acidi” diyebilmenin gucunu farketmis.

Masal ulkesinde gunler gunleri kovalamis, Lea tekrar asik olmus, hem de bu sefer bir prense degil de cobana asik olmus. Tekrar mutlu gunler yasamis, hayatinda ilk defa kendini masalsi bir peri kizi gibi degil de kadin gibi hissetmis, bu hissi de sevmis. Hayatta herseyin sonu oldugu gibi bu iliski de omrunu tamamlamis, ayrilmislar. Bir onceki kadar zor olmasa da bu ayrilik da agir gelmis Lea'ya. Ama artik ogrenmis duygularini bastirmamayi, “acimadi ki” demek yerine acilarini en derin noktada hissedip oradan guc almayi.
Gun gelmis Lea'nin peri dunyasindaki eski arkadaslarindan biri, onu ziyarete gelmis. Lea da heyecanla onu yeni arkadaslariyla tanistirmis; insanlarla ne kadar cok kaynasirsa peri arkadasinin da bu yeni dunyayi sevip zirhlarindan kurtulmayi secebilecegini dusunmus. Ama Prenslerden bunalmis olan peri, bu yeni dunyadan sadece Coban'i merak etmis. Cunku Coban bu peri kizi icin cok farkliymis, hic bilmedigi biseymis ve ona sahip olmak istemis. Asik olmus gibi yapip ama aslinda hicbisey hissetmeden Cobanla gonul eglendirmis, sonra da zirhlariyla ulkesine ve prenslere apar topar geri donmus. 

Taa derinde, hic tanimadigi, daha once dokunmadigi bi yerde Lea'nin icine korkunc bir agirlik cokmus. Hic anlamamis, bildigi hicbir seye benzetememis bu hissi. Canini neyin acittigini anlamamis, agirliktan kurtulamamis. Ne peri arkadasini ne de Coban'i hic anlayamamis. Zirhlarini cikardigindan beri ilk defa “acimadi ki” diyebilmeyi cok ama cok istemis. Cok istemis ama ilk defa yapamamis... Hislerini cozebilmek istemis, o yuzden oturmus bir masal yazmis. Masalin sonuna gelmis ama hala hersey karmakarisikmis.

Tuesday, September 06, 2011

yüzme

Bir varmis bir yokmus... Evvel zaman icinde, kalbur saman icinde bir masal dunyasi varmis. O masal dunyasinda da masmavi sularin ortasinda cennet gibi bir ada varmis. O adada, denizin tam kiyisinda bir koy varmis. Bu koyde kimse yuzme bilmezmis. Denizi cok severlermis, her gun bakar, kiyisinda oynarlar, tuzunu koklarlar ama asla icine kendilerini birakmazlarmis, cunku denizden cok korkarlarmis. Arada bir bu adaya yabancilar gelirmis, onlar bu masmavi denizi gorduklerinde kiyafetlerini cikarip kendilerini hemen denize birakirlarmis. Kimi yuzermis, kimi dalarmis, saatlerce suda kalirlarmis. Koy halki bu yabancilara cok sasirirmis, ama onlarin yabanci oldugu icin batmadigina ve bogulmadigina inanirlarmis. Kendi koylerinden biri suya dogru azicik ilerlerse cok korkup onu hemen geri cagirirlarmis.

Bu guzel koyde yasayan bir kiz varmis, adi Sena'ymis. Dogdugundan beri Sena denize ayri bir merakliymis. Ilk yuzen yabanciyi gordugunde acayip heyecanlanmis, daha once hic hissetmedigi duygular yasamis. Ama onlarin koyunde yuzen hic kimse olmadigi icin, kendisinin de yuzebilecegi Sena'nin hic aklina gelmemis bile. Yillar sonra bir baska yabanciyi suda gormus ve o heyecani hatirlamis. Yabancinin yanina gitmis, nasil yuzebildigini sormus. Yabanci tuzlu suyun onu kaldiracagini ve yuzmenin aslinda herkesin yapabilecegi cok kolay bisey oldugunu soylemis. Sena daha da sasirmis. Yabancinin dediklerine pek de inanmamis. Suya girip deneyecegine, koyun kutuphanesine kosmus suyun kaldirma kuvvetini arastirmis. Yetmemis o denizdeki tuzluluk oranini arastirmis. “Biraz daha calisir, deniz ve yuzmeyle ilgili daha cok sey ogrenirsem o zaman suya girmeye hazir olurum” diye dusunmus. Unlu yuzuculerle ilgili tum kitaplari okumus, yuzme stilleriyle ilgili filmler izlemis.

Kitap okuyup denizlerle ilgili bilgisi arttikca Sena aslinda sahilden uzaklasmis. Koyde denizle ve yuzmeyle ilgili en cok sey bilen o olmus ama hala daha bir kere bile suya girmemis. Hep biraz daha fazla sey ogrenirse koye gelen o yabancilar gibi yuzmeye hazir olacagina inanmis. Okumus, calismis, bildiklerini gururla arkadslarina anlatmis. Ama kitap bilgisi ona hicbir zaman yeterli gelmemis. Hep biraz daha kitap okur, baska yuzuculerin hayatlarini ogrenirse cok iyi bir yuzucu olacagina inanmis.

Bir sabah yillar yillar once adanin karsi kiyisina yerlesen bir arkadasi Sena'yi ziyarete gelmis. Birbirlerini gorduklerine cok sevinmisler, saatlerce konusmuslar. Oglen olmus hava cok isinmis. Sena'nin arkadasi da yabancilar gibi kiyafetlerini cikarip denize girmis ve yuzmus. Sena bunu gorunce cok sasirmis cunku arkadasi da ayni koyden olmasina ragmen bogulmamis. Sudan cikar cikmaz arkadasini soru yagmuruna tutmus. “Ne kadar fizik calistin, denizlerle ilgili kac kitap okudun, hangi yuzuculerin hayat hikayelerini biliyorsun?” Arkadasi bu sorulari anlayamamis cunku bugune kadar denizle ilgili hic kitap okumamis, hatta suyun kaldirma kuvvetinin ne oldugunu bile bilmiyormus. Kucukken o da Sena gibi denize hayranmis, ve adanin karsi kiyisina gittikten birkac yil sonra denize olan tutkusu o kadar agir basmis ki, “Bogulsam da kendimi suya birakip ilerlemek nasi birsey denemeliyim” diyip suya girmis. Birkac kere heyecanlanip su yutmus ama hic batmamis. Suda kaldikca da yuzmeyi ogrenmis. Hatta son 2 yildir da dalmaya baslamis.

Sena cok ama cok sasirmis, cunku arkadasinin anlattiklari onun bugune kadar koyun buyuklerinden gordugu, ogrendigi ve daha da onemlisi kendi inandigi herseyin tam tersiymis. Akli karismis, ne yapacagini bilememis. Arkadasi “Gel benimle” demis, “Bizim koyde herkes yuzuyor. Bir hafta kal, benimle her sabah yuz, sonra kendin karar verirsin ne yapacagina”. Sena gitmeyi cok cok istemis ama sonra karsi sahili hic bilmedigini hatirlayip korkmus. “Yolu bilmiyorum, sizin koyun adetlerini hic bilmiyorum, sen kucukken gittin alistin ama ben orada ne yaparim?” diye bir solukta siralamis. Sonra kutuphanede karsi kiyiyla ilgili bir kitap gordugunu hatirlamis; yillar once o koye giden birinin gezi guncesiymis. “Sen simdi git. Ben o kitabi iyice okuyup, sizin koyu biraz taniyayim, bir ay sonra seni ziyarete gelirim” demis.


Arkadasi o an Sena'nin asla karsi kiyiya gelmeyecegini ve asla denize kendini birakmayacagini anlamis ama bisey dememis. Sena'yi opmus ve hava kararmadan once, herkesin denizde ozgurce yuzebildigi koyune donebilmek icin yola cikmis.

Friday, April 22, 2011

kokonat ve diger seyler...

Ubud'da iki studyoda ders veriyorum. Taksu Spa'da verdigim derslere genelde Bali'yi kisa sureligine ziyaret eden turistler geliyor. Cogunu iki haftadan sonra tekrar gormuyorum. White Lotus ise tam tersi. Nerdeyse 2 aydir ayni 6 kisilik grup geliyor. Kim hasta olmus, kimin oglu ziyarete geliyormus artik birbirimizin herseyini biliyoruz, kucuk bir aile olduk. Iki studyodan da bugune kadar birbirinden cok farkli, nefis insanlarla tanistim. Tum derslerim yavas oldugu icin de genelde yeni baslayanlar, incinmesi olanlar, yogayi denemek isteyen ama korkanlar falan benim derslerime geliyorlar. Ben de zaten bu gruplara ders vermeyi sevdigim icin tam tencere-kapak durumundayiz.

2 hafta once Taksu'ya Avustralyali orta yasli bir cift geldi. Yogaya birkac gun once baslamislar, “bize iyi davran, hareketleri yapamazsak bizi gormezden gel, biz bi kenarda takiliriz” diyerek girdiler derse. O ders onlar icin cok iyi gecti ve 2 haftadir nerde ne dersi verirsem katiliyorlar. Duzenli katilip, bundan fayda goren insanlarin derslerimde olmasini cok seviyorum. Hatun kemoterapi gormus, el parmaklarinda uyusma vardi ve o azaldi. Bu gece donuyorlar, sabah son kere dersime katildilar. Ders bitiminde birlikte fotograf bile cektirdik. Tam cikmadan once bana bir kartpostal verdiler. Cok ince zevkli, el boyama bir kart ve icinde cok dokunakli bir tesekkur mesaji... Mesajda “insanlarin hem zihin hem de beden kapasitelerini iyilestirme konusunda dogal yetenegi olan bir ogretmen” oldugumu yazmislar. Okuyunca studyonun ortasinda aglamaya basladim. Neden buradayim neyi ne icin yapiyorum; geldigimden beri zaten hersey cok net ama ara ara boyle derin hatirlatma mesajlari o kadar iyi geliyor ki... Fazlaca duygusal ama kendimi cok iyi hissederek eve yurudum.

Asil surpriz evdeydi. Bahceye girdigimde soyle bir manzarayla karsilastim:

on kokonat, var mi benden zengini?
Ubud'un az disinda bir koyde yasayan bir arkadasima her sabah taze hindistancevizi getiren bi adam var, bir suredir onu yakalamaya calisiyoduk ama basarili olamamistik. Arkadasim bu sabah adami bulmus, motorsikletiyle yolu gosterip benim verandama 10 tane taze hindistancevizi yigdirmis. Taze hindistancevizi suyunun sayisiz faydasi var. Elektrolit ve mineral yapisi insan kaniyla ayni. O yuzden mesela acil dehidrasyon ve besin yetersizligi durumlarinda serum yerine damardan direk taze hindistancevizi suyu verilebiliyor. (Hatta savas zamanlarinda Asya'daki askeri hastanelerde doktorlar agir kan kabi olan hastalara kan yerine damardan taze hindistancevizi suyu veriyorlarmis.) Tibbi ve besinsel faydalari bi tarafa, hindistancevizi suyu beni mutlu ediyor yahu!

Survivor adasi sakinlerinin sadece kokonat icerek sapasaglam kalmasina ben hic sasirmiyorum.

Neyse, benim hindistancevizine ihtiyacim olum-kalim meselesi degil de sadece ask iliskisi tadinda oldugu icin damardan almak yerine bicakla tepesinde bi delik acip pipetle suyunu ictim. Sonra ev sahibimden bir satir alip ortadan boldum. (Ev sahibim tarla kenarlarinda oylesine yetisen ve cok belirgin bir tadi olmayan bisey icin gunlerce ugrasip adam bulduguma ve ustune para verdigime inanamiyor. Tum aile sirayla benim verandanin karsisina gecti, bana bakti ve guldu.) Olgun olanlardaki kalin ve cignemesi zor etten farkli olarak, taze hindistancevizinin jole gibi incecik bi dokusu var. Kasikla kaziyarak onu da yedim. Sonra hayattaki tartismasiz en buyuk luks olan ogleden sonra uykusuna gectim.

Bu da boyle neffis bir gundu iste...

Thursday, April 21, 2011

kremasyon toreni- birinci bolum

Bali'de hayatin her asamasi icin apayri ve birbirinden suslu torenler var. Dogum, uc aylikken ilk defa yere basmak, ergenlikte dis torpulemek, evlilik... Ama bunlardan hicbiri oldukten sonraki yakma toreni kadar saasali degil. Bali Hindu inanisina gore olum uzulup yas tutulacak degil, aksine, kisi olup ruhu serbest kaldigi, artik reenkarne olmaktan kurtulup “daha iyi” bir varlik olabilecegi icin kutlanan bir olay.


9 katli kremasyon kuleleri

Bali ay takvimi hayattaki herseyi duzenliyor; evlenmek, tarlaya yeni ekin ekmek, sac kestirmek, is kurmak ve tabii ki olu yakma torenleri. Her biri icin ayri gunler var. Mesela baktim, bu ay uygun evlenme gunu yok ama kuyu kazmak icin 3, ari kovani yapmak icin 2 ve hayvanlari kisirlastirmak icin 4 uygun gun var.

Ayni zamanda Bali'deki her toren cok yuksek maliyetli. Aylik ortalama kisibasi gelir 60 dolar civarinda, ama her bir torenin maliyeti 400-800 dolar arasinda. Boylece Bali'liler hayatlarinin cogunu torenler icin borc alip, o borcu odemeye calisip, bitmeden bir baska toren icin yeniden borc alarak geciriyorlar. Olu yakma toreni en mailyetli torenlerden. Ancak cok zenginler ve kraliyet ailesinden gelenler oldukten sonra ay takvimine gore ilk uygun gunde yakilabiliyorlar. Diger halk once gomuluyorlar ve anladigim kadariyla 5 yilda bir yapilan toplu yakim torenlerinde ruhlarini bedenlerinden ozgurlestirebiliyor.

Gecen yil bizim mahalleden bir amca olmustu ve ilk gittigim olu yakma toreni onunki olmustu. Salak turist olarak en yakinda fotograf cekme sevdasiyla alevlerin dibine girmis, ters esen ruzgarla, ruhu ozgurlesen amcanin kullerinin saglam bir kismini icime cekmistim. Bu yilki ilk toren Subat ayinda, sansimiza annem de buradayken oldu. Daha once gormeyen biri icin “yarin oglen olu yakma torenine gidecegiz, fotograf makinani sarj et, rengini begendigin bi sarong kap ve bolca su ic” cok bisey ifade etmiyor, annem de biraz sasirdi tabii. Ozellikle de olumun kutlanan, turistlerin katilabilecegi, coskulu bisey olmasi gormeyen icin gercekten anlamasi zor. Bu torenlerde aglamak bi tarafa, uzgun bir suratla dolasmak bile ayiplanan ve aileye utanc getiren bir durum.

Olu yakma toreni aslinda bir hafta oncesinden baslayan, cok asamali ve cok detayli bir surec. Oncelikle olu yakma kulesi (cremation tower) ve olu yakma bogasi (cremation bull) yapiliyor. Kulenin kac katli olacagi, yapimda kullanilacak malzemeler, boyutu, oranlari yuzyillardir suregelen geleneklerle siki sikiya belirlenmis. Mesela 11 katli kuleler sadece kraliyet ailesi icin. 11 katli kulelerin yuksekligi 25 metreyi ve agirligi 10 tonu bulabiliyormus. Ama olu, eger kast sistemine gore en alk siniftansa kulesi sadece 3 katli olabiliyor. Merhum kralin uzak bir akrabasiydi, o yuzden iki tane 9 katli kulesi ve 3 tane olu yakma bogasi vardi. Toren cok gosterisliydi.
kremasyon bogasi, tasiyicilar dinlenirken

torene eslik eden ve bogayi takip eden gamelan ekiplerinden biri

Ses, hareket ve isigin kotu ruhlari uzak tutacagina inanildigi icin, torenden bir onceki gece, sarayin onunde gec saatlere kadar gamelan (genellikle vurmali calgilardan olusan olusan enstrumanlar) vardi. Toren gunu erken saatlerde gamelan tekrar basladi ve oglen saatlerinde hersey hazir oldugunda olu yakma toreninin yapilacagi tapinaga dogru yola cikildi. Biz de omuzlarimizi kapatacak tshirtler giydik, saronglarimizi belimize doladik, fotograf makinalarimizi kaptik ve torene katildik.

Bali'deki torenlerde her seferinde birbirinden cahil ve tek kaygisi en iyi fotografi cekmek olan yuzlerce turistin hucum etmesine, yazili hicbir uyarinin olmamasina ve genelde kimsenin kurallari bilmemesine ragmen inanilmaz bir duzen oluyor. Her mahallede Pecalang denen ve genellikle torenlerdeki duzeni korumakla gorevli kisiler var. Pecalanglarin ozel kiyafetleri ve dudukleri var, ama bunlar disinda onlari daha ustun ve guclu kilan hicbirsey yok. Bagirmadan, tehdit etmeden ve panik olmadan hem toreni duzenliyorlar hem de turistleri kolacan ediyorlar. Birkac tonluk kuleleri gaza gelmis Bali'li gencler kosa kosa sirtlarinda tasirken bazen gercekten ezilme tehlikesi yasanabilecek durumlar oluyor. Pecalanglar tek el hareketiyle torenin akisini sekteye ugratmadan insanlari hemen yoldan uzaklastiriyorlar. Hayatin her alaninda duzenden, kuraldan, zamanlamadan bu kadar bihaber bir toplumun, dini torenler soz konusu oldugunda boylesine birlik icinde ve sessizce harekete gecmeleri ve hicbirseyin aksamamasini hala cozebilmis degilim. Takdir ediyorum o ayri :)
 
kremasyon bogasina yolu acan pecalang


torenin yapilacagi tapinagin bahcesine vardigimizdaki goruntu
3 boga ve arkada 2 kule

Olu evinden yakma alanina yaklasik 1-1.5 kilometrelik bir mesafe var. Bazen kosturarak, bazen kotu ruhlari sasirtmak icin kuleyi ve bogayi cilginca sarsarak, bazen su icmek icin mola vererek tapinagin dis bahcesine ulastik. Kuleler ve bogalar yerlesti, adaklar yerlerin kondu, gamelan ekipleri farkli koselerde yerlerini aldilar ve sonra yakma toreni hazirliklari basladi. Bu cok asamali ve detayli hazirliklar sirasinda, hazirliklara dahil olmayanlar sosyallesmek icin bolca firsat buldular. Sigara icip aralarinda muhabbet edenler, gamelan ekiplerini dinleyenler, otedeki gruba laf atanlar, kucaklarindaki bebeklerle ortada dolasanlar. Birkac metre otede yatan bir olu ve rahiperin yonettigi cok titiz bir toren varken, insanlarin bu kadar rahat olmasi, olumu ve oluyu bu kadar benimseyebilmis ve hayatin dogal bir parcasi olarak kabul edebilmis olmalari bana hep cok carpici geliyor.
devam edecek...



Tuesday, April 12, 2011

salak

Salak, Endonezya dilinde yilan demek. Bu caanim meyva da kabugunun goruntusu ve dokusundan dolayi Endonezya dilinde Salak, Ingilizce'de Snakeskin Fruit olarak biliniyor. Bildigim kadariyla dunyada bir tek Endonezya'da yetisiyor.  Ortalama buyuklugu 4-5 cm, yani buyukce bir incir kadar. Bir yerde salak icin "zirh giymis incir" tanimini gormustum ve cok hosuma gitmisti. 3 turu var, Isirinca susuz elma gibi ama tadi oldukca kekremsi. Bali'de yetisen turu aralarinda gorece en sulu ve eksi olani. Ham meyva gibi, agizda buruk bir tad birakiyor. Java adasinda yetisen turleri boyut olarak daha kucuk, meyvasi daha kuru, toz seker gibi bi dokusu var ve oldukca tatli. Her meyvanin icinden 3 dis cikiyor, genelde daha buyuk olan disin icinde tek bir cekirdek oluyor, ve diger iki cekirdek hem sekil hem de boyut olarak sarmisak disine benziyor.


Gecen yil sadece Salak Bali yedigim icin bu meyvanin degerini pek bilememisim. Bir ay kadar once ev sahibim bir tapinak toreninden sonra artan meyvalardan bana ikram etti ve bu sayede Salagin tatli cinsiyle tanistim. Java'dan geldigi icin daha zor bulunan ve daha kisa omurlu olan Salak Gula Pasir bende bagimlilik yaratti.  Yakindaki pazarda bu turu bulamadigim icin haftada 2 kere uzaktaki supermarkete yuruyup tasiyabildigim kadar Salak alip eve yigiyorum.

Bali'deki hayatimda bu aralar Salak onemli bir yer tutmakta. Bazi gun nerdeyse 1 kilo salak yiyorum. O yuzden bugun usenmedim oturup elimde kalan guzel sekilli salaklari ayirip fotograflarini cektim. Sonra onlari da yedim.

Monday, April 11, 2011

derin bir nefes al, sonra birak gitsin

Ubud'u cok seviyorum. Dunyanin baska yerinde tutunamamis ne kadar kirik dokuk tayfa varsa burada. Mesela Avrupa'da bi sehirde karsilasssam "aa deli bu" diyebilecegim insanlar burada kendilerini bulup Ubud'a ayri bir deger katiyorlar.

Elinde pilli bir aletle dolasip devamli karinina dusuk voltta elektrik veren bi arkadasim vardi, bagirsaklarindaki parazitleri temizliyordu. Kafede muhabbet sirasinda ilgisi dagilip lafini unuttugunda "ay garson aurama girdi, enerjim param parca oldu" diyen birisi vardi mesela. Son ik aydir her gece kollarina hayaletler oturdugu icin uyuyamayip gunduzleri sersem sersem dolasan cok seker bir arkadsim var; hayalet vardir yoktur apayri bir konu ama hatun sabahlari bunu o kadar olagan bisey gibi anlatiyor ki. Ne hayaletlerden korkuyor ne de evini degistirmeyi dusunuyor. "gece komsular cok icip gurultu yaptilar uyuyamadim" der gibi "dun gece yine geldiler kollarimi kipirdatip yataktan kalkamadigim icin gece boyu birbirimize bakisip durduk, neyse ki gunes dogunca gititler" diyor.

Auraya, gozle gorunmeyen varliklarin aramizda dolasip dolasmadigina inanmak herkesin kendi tasarrufu. Ben burada o kadar ilginc deneyimler yasadim, anlatamayacagim o kadar etkileyici durumlara sahit oldum ki kim ne dese artik makul geliyor. Bugune kadar hicbi hayaletin benim koluma oturmamis olmasi, hayaletlerin olmadiginin kesin kaniti degil ne de olsa.

Bali'de bir su tapinagi toreni.
Ay takvimine gore yapilan su tapinagi torenleri
arinmayi ve yenilenmeyi simgeliyor.

Bu farkli deneyimleri paylastigim insanlarla ister istemez aramda garip bir bag olusuyor. Ubud'un enerjisinin de bunda ciddi katkisi var. Burada hersey cok daha derin ve hizli, zaten sifa arayan herkesin buraya ususmesindeki temel sebeplerden biri de bu. Belki yillar boyu devam eden bir arkadaslikla ulasilabilecek paylasim ve guven seviyelerine Ubud'da bazen 2-3 haftalik bir dostluk yetebiliyor. Bir yoga dersinde ayni yogun enerjiyi hissettigim bi yogi sonraki gunlerde en yakin sirdasim olabiliyor. Ozellikle de Cranio Sacral terapi egitimlerinde bir haftayi paylastigim insanlarla yasadiklarim onlarla aramda omur boyu surebilecek bir bag olusturuyor. Kaliforniya'dan Vietnam'a dunyanin dort bir tarafinda bir avuc arkadasim var bazisiyla haftada bir, bazisiyla anca 6 ayda bir maillesiyoruz. Aramizdaki bag bir daha asla yuz yuze gorusmesek de cok koklu kalacak bundan cok eminim.

Dun sabah o cok can dostlarimdan birini Tayland'a yolcu ettim. Bir daha gorusebilecek miyiz hic bilmiyorum. Bali'de olmasam asla tanisamazdik. Ama bir yandan da dusunuyorum, Bali cogunlugun birkac haftaligina gelip kaldigi gecici bir yer oldugundan, benim icin cok ozel ve degerli insanlari once bulup sonra hep uzakta bi yerlere yolcu ediyorum. Dun yolcu ettigim arkadasimla hic konusmadan huzur icinde saatlerce karsilikli oturabiliyorduk. Hayatimda hickimseye dokunamadigim kadar icten kucaklasabiliyorduk; kalbin kalbe degebildigi kocaman kucaklasmalar.  Ask, sahiplenme, sevisme, baglanma ve baglama kaygilari olmadan, hayatin magazin detaylarindan cook uzakta ve cok derinde bir paylasim ve guven.

Su tapinagi toreninde kutsal suya girip arinma ani.
Kim demis dini torenler eglenceli olamaz diye?
 Boyle ozel insanlarla tanisabildigim ve onlar hayatima bu kadar derinden dokunabildigi icin sansli miyim yoksa tam onlarin varliginda kendimi iyi hissederken bi anda havaalaninda ugurladigim icin sanssiz mi? Aslinda mukemmel zamanlamalarla yasiyoruz; tam da olmasi gereken zamanlarda birileriyle karsilasiyor, tam da ogrenmemiz gereken seyleri ogreniyor, tam da hazir oldugumuz seyleri paylasiyor ve sonra da baska deneyimlere hazir oldugumuzda yollarimiz ayriliyor. Hayatta hicbirsey kalici degil ve kalici olmayan seylere tutunmaya calismak cogunlukla sadece mutsuzluk getiriyor. Bunlari birinci el deneyimlerden artik cok iyi biliyorum ama iste boyle zamanlarda icime arabesk kaciyor ve  melankolik oluyorum.

Thursday, April 07, 2011

bir memur vardir bende, benden iceri

Bugun oglen facebook'ta yoga studyo asistanimizin havuz basinda bikiniyle cekilmis resmini gordum ve bi anda delirdim, “Zaten part-time eleman, 9-13 arasi calisiyor olmasi gereken saatte bu kizin havuzda ne isi var” diye. Oysa ben sabahtan zaten 2 seans ders vermis, ucu ucuna planladigim kahvalti randevuma 5 dakika gec kalmis ve pazartesi bitirmem gerereken tasarim isini hala baskiya verememis olmanin stresiyle kosusturuyordum ve diger insanlar 4 gundur durmadan yagan yagmurdan sonra gunesin tadini cikariyorlardi. 

Kahvaltida bulustugum arkadasim 28 yillik satis kariyerini 2 yil once bi anda birakmis ve simdi yilin cogunda Asya'daki luks resort'larda masaj terapisti olarak calisiyor, kalan kisminda da geziyor. Nasi rahat, nasi seker ve herseyle barisik... Onunla konusuruken farkettim ki, ben cennet diye geldigim Bali'de kendime kucuk capta bir Istanbul'lu memur hayati yaratmisim. Anadolu yakasinda oturup, Ikitelli'de rutin bir iste calisan, her zaman bir sonraki adim icin kaygilanan, aksamlari “eve gitmeden bisey unuttum mu”, sabahlari ise “otobuse yetisebilecek miyim” diye devamli stres yasayan, haftasonlarini iple ceken bir elemandan hicbir farkim yok. Hangi studyoda kac saat ders verdim, kac ogrenci geldi, kartvizitleri nerede bastirabilirim, nerede Cranio Sacral seanslari verebilirim, yarinki ders akisini ne zaman hazirlayacagim, arkadaslarimin maillerine 10 gundur cevap yazamadim diye devamli bir kaygi halindeyim.

Soyle sakince bi oturup dusununce hayatimda hersey aslinda cok yolunda gidiyor. Yolunda demek bile haksizlik, burada hayat Dubai'deyken hayal edemeyecegim kadar kolay ve guzel basladi benim icin. Ama ben hala “ya bu olmazsa, ya su gerceklesmezse” diye bardagin bos tarafina odaklanip duruyorum. Farkettim ki stres sadece mekana ya da duruma bagli degilmis, cogunu ben kendim yaratiyormusum. Dunyanin en guzel adasinda, nefis insanlarla harika bir hayat yasiyorum ama hala adanin ritminde degilim. Istanbul'da mi, Dubai'de mi nerde bilmiyorum ama icime metropol kacmis ve ben koye tasinip horoz sesleriyle uyansam da metropol de benimle gelmis...

Ve hala icimden bir ses bana diyor ki “otur ve yasadigin durumu madde madde yaz, sonra kendine bir zaman limiti belirleyip stresten nasi kurtulurum diye olayi projelendir”...

Ya da bir ogleden sonra yoga dersimi baskasina satip okyanus kiyisina gidip tekrar asagidaki gibi fotograflar cekeyim, arada da o sesi okyanusa salip coook uzak kiyilara gondereyim?



Nusa Lembongan Island

Gado Gado Beach, Seminyak
  

Gado Gado Beach, Seminyak


Monday, April 04, 2011

Bali sâkini olarak ilk 2 ayim

Bali'ye yerleseli 2 ay olmus bile, bu 2 ayda:
  • 2 farkli studyoda, 4 farkli turde yoga dersleri vermeye basladim
  • Cranio Sacral terapinin 3. ve 4. seviye egitimlerini tamamladim
  • Egitimleri tamamladikca zihnim acildi, yillardir unuttugum kirik dokuk Almancami ve Yunancami hatirlamaya basladim. Bu hizla gidersem 8. seviyeden sonra sanirim akici Latince ve Ibranice bile konusmaya baslayacagim. Ah bi de dunyanin en kolay dili olan Endonezya dilini ogrenmeye baslasam...
  • 2 ayda rahat 3 kilo veririm diye dusunuyordum, daha bir kilo bile veremedim
  • Her sabah cooook mutlu ama “acaba sabah dersime gec mi kaldim” diye dusunerek uyandim
  • Hala motorsiklete binmekten cok korkuyorum.
  • Yine inanilmaz, hayatimi zenginlestiren, bana muthis seyler ogreten insanlarla tanistim. Bali'yi biraz da bu tesadufi insanlari icin seviyorum sanirim.
  • Gecen yilki gibi ogleden sonralari kafelerde oturup pirinc tarlalarini seyrederek aylak aylak cay icerim diyordum, daha bir ogleden sonra bos oturamadim
  • Daha bir kere bile havuza ya da denize giremedim. Bembeyazim ki bu en aci durum.
  • Bana 20 dakika mesfede koyumuzun tek Turk restorani var, burnumda tutmesine ve sahibinin defalarca davetine ragmen oraya bir kere bile gidip demeleme cay icemedim
    Galungan kutlamalari icin hazirlanan bir sus

  • Mukemmeliyetci olmanin akla dimaga zarar oldugunu kesfettim. Olanla idare etmedigimde sadece zaman kaybedip strese giriyorum ve sonuc degismiyor.
  • Alkolik ve seks bagimlisi yoga hocalariyla tanistim. Yoga hocaliginin illa da spirituel bir yol olmadigini, bazilari icin herhangi bir “meslek” olabildigini, bu isi yapanlarin da diger mesleklerdeki gibi ekstrem yonleri olabilecegini ogrendim.
  • Kosla'nin insan hayatindaki tartisilmaz onemini kesfetim. Hatta demleme cay mi Kosla mi deseler zorlansam da Kosla'yi tercih edebilirim. Leke cikarici kesinlikle dunyadaki en onemli kimyasal.
  • Yeterince dinlenmedigim ve kendimi dinlemedigim zaman buradaki hayatin Dubai'dekinden cok da farkli islemedigini farkettim. Donem raporu yetistirmekle yoga ders plani hazirlama arasinda stres seviyesi acisindan cok da fark yokmus.
  • Para kazanmak ve parayi haketmek konularinda cok dusundum – hala da dusunuyorum :)
  • Biseyi gercekten ve ictenlikle istedigimde onun cok dogal yollarla gerceklesiverdigini gordum.
  • Sivrisinek, orumcek ve bilimum haserattan illalah geldi.
  • Ayaklarimi ve bacaklarimi ulasim araci olarak kullanmanin guzelligini hatirladim – biraz yavas ve oldukca terletici olsa da olsa her yere yuruyerek gidiyorum.

Sunday, April 03, 2011

daireler ve zaman

Bugun ogleden sonra SOSA (School of Sacred Arts) Yoga Hocalik Egitimi'nin acilis torenindeydim. Bir yil once, yaklasik ayni zamanlarda, ayni studyoda yine ayni  torendeydim, daire seklinde oturup muhtesem bir acilis yapmistik. Gecen yil da ayni sekilde kocaman bir daire olusturmustuk, hocalarimizdan biri daireyi cicege benzetmisti. Ogrenciler gunese dogru acilan yukari kisimdaydi, hocalar ve asistanlarsa onlari destekleyen yapraklara yakin kisimdi. Gecen yil yoga hocasi olmak icin katilan ogrencilerden biriydim, gunese yakindim. Bu yil ise egitimin “Yoga and Energetics” bolumunde asistan hoca olarak yer alacagim. 2 gunluk bir kisimda da olsa yoga hocasi olmak icin Bali'ye gelenleri energetics konusunda destekleyecegim. Daire ayni daire, basi sonu, yukarisi, rutbesi yok. Sadece bakis acisi dairedeki konumumu degistiriyor.


Torenden cikip eve dogru yururken gecen yildan bu yana hayatimda ne kadar cok sey degisti diye dusundum. Degisim nerede basladi diye bi cizgi atmak cok zor;

2009 Haziran'inda Dubai'de isten ciklarildigimda mi,

issizken Asya'yi gezmeye karar verdigimde mi,

yoga hocamin “Asya'ya gitmisken kesin Bali'ye git birkac hafta orada yoga yap” dediginde mi, 
ayni yil Ekim'de sevgilimden ayrildigimda mi,

3 hafta diye geldigim Bali'de 7 ay boyunca kaldigim her gun mu,

yoksa hocalik egitimini tamamladigim o Pazar gunu mu?

Ve acaba gercekten degistim mi, yoksa uzuuun ve dolambacli bir yoldan sonra gercekten olmam gereken yere mi ulastim? Ulasilabilir oyle bir yer var mi, onu bile bilmiyorum.


2 yil oncesinden bir kesit alirsam Dubai'de Microsoft'ta Ortadogu ve Afrika sorumlulugu olan bir pozisyonda calisip, cok guzel bir evde oturup guzel arabalara binip, guzel arkadaslarimla colde nefis fantazi bir hayat yasiyordum. “Soyle mutsuzdum boyle tatminsizdim, icimde hep de biseyler eksikti” falan diyemeyecegim. Kurumsal is hayati devamli aklimi karistiriyordu ama cok para kazanip sonra o parayi alisveris merkezlerinde catir catir harcamak, istedigim zaman istedigim yere ucabilmek, 72 ulkeyle ayni anda calisabilmek de guzeldi.


Simdi ise Ubud diye bir koyde, Bali'li buyuk bir ailenin bahcesinde kucuk bir odada yasiyorum. Tum esyalarimi toplasak belki 40 kilo eder. Yoga hocasi ve Cranio Sacral terapist olarak, hicbir maas, sosyal guvence, sigorta garantisi olmadan yasamaya calisiyorum. Burada da “Bali'ye geldim bir anda hayatim degisti, metropolitan sehirden basit koye tasininca filmlerdeki gibi bir anda bolluk, sonsuz ask ve parayi buldum” demek isterdim. (Sonsuz aski aramiyorum bile zaten!) Cok calisiyorum cok yoruluyorum, buradaki yavaslik ve teknoloji eksikligi bazen beni delirtiyor. Parasizliga bu hayatimda hic alisabilecek miyim bilmiyorum... Ama garip bir sekilde mutluyum. Burada olmayi ben sectim, burasi benim kozam ve Ubud'da uyandigim her sabah daha da mutlu oluyorum.


Google Analytics Alternative